Nazik ve yetenekli bir terzi çırağı olan Hunter fakir bir çocukmuş. Birgün yolculuğa çıkmış ve büyük bir ormana girmiş. Ama bu ormanda yolu bilmediği için kaybolmuş. Gece olunca uzakta bir ışık görüp oraya doğru gitmiş.
Elf Diyarı'nda üç küçük Elf iyilik perisi olmak için son hazırlıklarını yapmış insanların dünyasına yolculuğa çıkmışlar. Dünyaya geldiklerinde insanlara yardım edip onları mutlu etmek istemektedir.
Bir zamanlar ülkenin birinde Pamuk Prenses adında çok güzel ve iyi yürekli bir kız yaşarmış. Üvey annesi olan kötü yürekli kraliçe Pamuk Prenses'in güzelliğini hiç çökemez onu kıskanırmış.
Bir zamanlar tüm şehri tepeden gören bir yerde Mutlu Prens'in heykeli duruyormuş. Bu heykel baştan aşağıya altın kaplıymış. Kılıcının kabzasını kocaman kırmızı bir yakut süslüyormuş. Prensin gözleri ise yemyeşil parlayan iki zümrüt taştan yapılmış. Mutlu Prens heykeli şehrin her yerinden görünüyor ve halka umut ve mutluluk veriyormuş.
Bir zamanlar doğuda bir ülkede Alaaddin adında yoksul fakat iyi yürekli bir çocuk yaşarmış. Annesi ile birlikte yaşayan Alaaddin geçimlerini sağlamak için en zor işleri yapar en uzak yerlere gidermiş.
Bir zamanlar her biri birbirinden güzel tam 12 kızı olan bir kral yaşarmış. 12 Prenses kocaman çok güzel bir odada birlikte kalıyorlarmış. Kral kızlarına gözü gibi bakıyor gece olup da prensesler yataklarına yattığı zaman onları korumak için odalarından çıkmalarına izin vermiyormuş.
Çok çok eskiden ülkelerin birinde ama sanırım Akdeniz kıyısındaki ülkelerin birinde, iki oğlancık yaşarmış. Şimdi, “Akdeniz kıyısındaki ülkelerden birinde yaşadıklarını nereden biliyorsunuz?” diyeceksiniz biliyorum. Haklısınız tabii. Sizlere sakız ağacının öyküsünü anlatacağımı; sakız ağacının da yalnız Akdeniz kıyısında yetiştiğini söylemedim, değil mi? Ama şimdi öğrendiniz işte.
Bir zamanlar şirin bir ev, o şirin evde de şirin bir akvaryum varmış. Akvaryumun içindeki balıkların güzelliğini bir gören bir daha unutamazmış. İçinde sadece bir tane çirkin balık varmış. Akvaryumun sahibi onu çoktan atarmış atmasına ama küçük kızını kıramıyormuş. Küçük kız da balığın çirkin olduğunu görüyormuş ama onun yalvarır gibi bakmasına onun diğer balıklar tarafından küçümsenmesine dayanamıyormuş.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman için kalbur saman içinde dağlarda yaşayan tavşanlarla tilkiler durmadan kavga ederlermiş. Tavşanlar tilkilerden daha hızlı koştukları halde yine de onlarla başa çıkamazlarmış. Çoğu kez yiyeceklerini kaptırırlar, karşı koyacak olsalar bu sefer de yerlerinden yutlarından olurmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken su eski evin içinde. Ben diyeyim su ülkede, siz deyin bu ülkede bir adam yasarmis. Ama ne yasadigina sükreder, ne günesten, ne yagmurdan sevinirmis. Agzindan bir gün güzel bir söz isitmemis kimsecikler.
Bir vamis, bir yokmus. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ormanlardan bir ormanda bir kurt yasiyormus. Bir zamanlar uludu mu dagi tasi inleten, gölgesini gören hayvanlara bile korku saçan bu kurt, yillar geçtikçe gücünden, kuvvetinden çok sey kaybetmis. Artik eskisi gibi "hoop" deyince av bulamiyormus. Hatta aç kaldigi günler bile oluyormus.
Annem annem canım annem, annem annem bir tanem. Annem annem canım annem benim güzel annem. Al beni kucağına, öp sev okşa kokla. Sar beni kollarınla, hiç bırakma.
Bir varmış bir yokmuş. Bir baba kurt ailesine yiyecek bulmak için ormanda avlanmaya çıkmış. Birden bir ses duymuş ve etrafına bakınmış. Çalıların arasında esmer küçücük bir insan yavrusu görmüş. Uzaktan olanları izleyen Kaplan Shere Kahn, kurdun bebeği götürdüğünü görünce çok sinirlenmiş.
Polyanna, sapsarı saçları gülümseyen yüzüyle etrafa neşe saçan 10 yaşında küçük bir kızmış. Fakat küçük yaşta annesi ve babasını kaybetmiş ve tek başına kalmış. Bir süre kimsesizler yurdunda yaşamış.
Ormanın kenarında bir evde annesiyle birlikte yaşayan küçük bir kız varmış. Küçük kız ne zaman dışarı çıksa büyükannesinin onun için ördüğü kırmızı başlıklı bir pelerin giyermiş. O yüzden herkes ona Kırmızı Başlıklı Kız diye seslenirmiş.
Soğuk ve karlı bir yılbaşı gecesiymiş. Yoldan geçen insanlar paltolarını giymiş; eldiven, atkılarını takmış hızlı hızlı yürüyerek bir yerlere yetişmeye çalışıyormuş. Bazıları evine geç kalmış bazıları ise yeni yılı kutlamak üzere eğlence yerlerine gidiyorlarmış.
Bir varmış bir yokmuş. Uzak diyarların birinde Sindirella adında güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Sindirella'nın annesi uzun bir süre önce vefat ettiği için onu babası büyütmüş. Sindirella'nın babası bir gün yeniden evlenince bu güzeller güzeli kızın hayatı tamamen değişmiş.
Bir varmış bir yokmuş. Ülkenin birinde kralın onbir oğlu ve bir kızı yaşarmış. Kralın karısı hastalanıp ölünce kral yeniden evlenmiş. Fakat bu yeni kraliçe kötü kalpli bir büyücüymüş aslında.
Bir zamanlar Güliver adında bir doktor yaşarmış. Güliver şehirde işsiz kalınca bir gemide iş bulmuş. Böylece denizlerdeki yeni hayatı başlamış. İlk günler yolculuğu çok iyi geçmiş, gemideki yeni hayatına alışmaya başlamış. Fakat bir süre sonra çok şiddetli bir fırtına çıkmış. Dev dalgaların üzerinde saatlerce çırpınan gemi sonunda yan yatmış. Güliver ve birkaç tayfa gemi batmadan önce bir sandalı denize indirmeye başarmışlar.
Bir zamanlar ülkenin birinde kendini beğenmiş kibirli bir kral yaşarmış. Bu kral yeni elbiselere bayılır bütün parasını şık görünebilmek için harcarmış.
Bir varmış bir yokmuş. Ormanda yaşayan bencil ve kurnaz bir tilki varmış. Bu tilki hep kurnazlık peşinde olduğu için ormandaki hayvanlar ona hiç güvenmiyormuş. Tilki ise arkadaşsız kalınca ormanın yanındaki bir mağaraya taşınmış ve orada yaşamı. Bir gün mağarasında tek başına yaşayan tilkiye soğuk ülkelerden göç eden bir leylek komşu olmuş.
Bir gün şehirde yaşayan fare uzun zamandır görmediği arkadaşını ziyaret etmeye karar vermiş. Arkadaşı uzun zaman önce şehirden taşınmış ve bir tarlada yaşıyormuş. Şehir faresi uzun bir yolculuk sonunda tarla faresinin olduğu köye gelmiş. Tarla faresi toprağın altında küçük bir evde yaşıyormuş.
Bir zamanlar bir çiftlikte yaşayan hayvanların yiyeceği kalmamış. Küçük kırmızı tavuk yiyecek aramak için çiftliğinde etrafında dolaşmaya karar vermiş. Çiftlikte yaşayan diğer hayvanlara da bu fikrini söylemiş. Birkaç hayvana gidip benimle yiyecek aramaya gelir misin demiş. Ama hiçbir hayvan onunla gelmemiş.
Bir varmış bir yokmuş. Yaz mevsimi bütün güzelliği ile devam ederken ormanda yaşayan kuşlar, böcekler yaz mevsiminin tadını çıkarıyorlarmış. Tembellik yapıp şarkı söylemeyi çok seven çekirge için sıradan bir günmüş. Bir ağacın gölgesinde oturmuş topladığı bitki köklerini yiyor, keman çalıp şarkı söylüyormuş.
Bir çiftlikte sevimli bir ördek ailesi yaşıyormuş. Anne ördek yumurtalarının üstünde oturmuş, yeni yavrularının yumurtadan çıkacağı zamanı bekliyormuş. Tam yedi yumurta varmış çatlamayı bekleyen. Güneşli bir sabah nihayet yumurtalar çatlamaya başlamış. Biraz sonra altı sevimli ördek yavrusu neşeyle yumurtalarından çıkmışlar.
Bir varmış bir yokmuş. Ormanın içinde küçük bir kulübede anne ve yavru keçiler mutlu günler geçiriyormuş. Yavru keçiler çok şirinmiş. Anne, onlar çok sever ve onları ormandaki vahşi hayvanlardan korurmuş. Anne keçi ormana gidip yavrularına yiyecek aramaya giderken yavrularını yanına çağırmış ve onlara dikkatli olmalarını istemiş.
Bir zamanlar değirmenci bir adamın bir eşeği varmış. Bu eşek uzun yıllar sahibine yardım etmiş, çuval çuval buğday ve un taşımış. Fakat yıllar geçtikçe yaşlanmış ve eski gücü kalmamış. Artık bu değirmende yapacak işi kalmadığını anlayan eşek bir sabah erkenden sahibini terk etmiş ve düşmüş yola.
Ormanın birinde bir tavşan yaşarmış. Bu tavşan hoplaya zıplaya gezinir ormandaki tüm diğer hayvanlardan daha hızlı olduğunu söylermiş. Tavşan gerçekten de güçlü ayaklarıyla hızlı koşarmış. Diğer hayvanlar da tavşanın böyle böbürlenmesinden hoşlanmazlarmış ama yarışta hiç kimse onu geçemezmiş. Tavşanın her yerde "Ben en hızlıyım beni hiç kimse geçemez" demesi diğer hayvanları iyice rahatsız etmiş.
Ormanın birinde küçük, cılız bir fare yaşarmış. Ormanda yaşayan tilkiden, kurttan hatta kendisinden daha küçük hayvanlardan bile çok korkarmış. Hafif bir rüzgarda bir ağacın çatırdasa korkusundan kaçacak delik ararmış. Ormandaki diğer küçük hayvanlar onunla dalga geçermiş.
Uzak ülkelerin birinde 3 oğlu olan bir değirmenci yaşarmış. Değirmenci ölünce büyük oğluna değirmeni, ortanca oğluna eşeğini küçük oğluna ise kedisini miras olarak bırakmış. Küçük oğlu çok üzülmüş. Ona kalan miras ile abileri gibi geçimini sağlaması imkansızmış.
Bir zamanlar bir sarayda çok güzel prenses yaşarmış. Bir gün kral olan babası ona doğum gününde altından top vermiş. Sarayın bahçesinde sürekli bu altın topla oynarmış. Bir gün küçük bir gölün kıyısına giderek orada topla oynarken elinden düşerek göle düşmüş. Prenses çok ağlamış bu sırada yakınlardan bir ses gelmiş. Prenses karşısında konuşan bir kurbağa görünce çok şaşırmış.
Uzak diyarlarda bir ormanda fil ailesi yaşarmış. Bu ailenin en küçük üyesi olan yavru fil çok yaramaz ve çok inatçıymış. Bir gün anne ve babası gezmeye giderken onu da çağırmışlar ama yavru fil gezmek istemiyormuş. Ailesi inatçı küçük fili yalnız bırakıp dolaşmaya çıkmış.